1 Haziran 2008 Pazar

YEŞİLÇAM’IN KLASİĞİ


Yeni sinema yapımcılarının Yeşilçam Sanatçıları’nı görmezlikten gelmeleri, onları sinemadan uzaklaştırmaları eski sinemacıları farklı arayışlara itmiş. Kum kapıda açtığı Maksim isimli restaurantında konuştuğumuz sinemanın kötü karakterli adamı Nuri Alço, mekânının şıklığı ve kalitesinin yanında eski ses ve sinema sanatçılarının da duvardaki resimleri gözümüzden kaçmadı.

Bu güne kadar yaklaşık 200 filmde rol aldınız sinema ile nasıl tanıştınız?

Sinemaya başlamadan önce Eskişehir’de bir bankada genel müdür olarak çalışıyordum. Ses ve Hayat Dergisi’nin hazırladığı aktör yarışmalarına katıldım ve birinci seçildim, böylece sinema hayatının kapılarını aralamış oldum. İlk filmim “Kötü Kızlar” oldu. Hemen arkasından ise “Tele Kızlar” adlı filmde rol aldım sonrası geldi.

Aktör olmadan önceki hayalleriniz nelerdi?

Bizim zamanımızda oyuncuların tek bir hayali vardı o da, filmlerde rol almak. Çünkü bizim zamanımızda hemen hemen hiçbir evde televizyon yoktu. Kanal olarak da zaten sadece TRT vardı. Bu nedenle hem çok çalışmak hem de rolümüzü başarıyla oynamak zorundaydık. Bugüne baktığımızda ise o kadar çok kanal var ki her kanalda onlarca dizi oynuyor ve artık neredeyse her önüne gelen oyuncu olabiliyor. Günümüzde oyuncu olabilmek için yapımcı ya da yönetmen tanımak yeterli. Duruma baktığım zaman bizim dönemimizdeki oyuncu kalitesine ulaşabilmeleri çok zor, diye düşünüyorum.

Sinemadaki kötü adam olmayı siz mi seçtiniz?

Hayır, ben seçmedim, bu durum tamamen yapımcının kararıdır. Türker İnanoğlu ile başlayıp benimle devam eden bir akımı başlattık. Bu akım bizden önce kötü adam rolündekiler; aynı zamanda kötü giyinen, hayatlarını kötü bir şekilde devam ettiren tiplerdi. Bizlerde kötü adamdık ama kıyafetlerimiz ve sempatikliğimiz ile bu insanların gözündeki kötü adam imajını değiştirdik. Ayrıca oynadığım tüm filmlerde kötü adam olmama rağmen her zaman insanlar tarafından çok sevildim ve belki de bu dünyada bir ilk. Çünkü o kadar filmde kötü rol oynadım ama hala sokağa çıktığım zaman sevgi gösterileriyle karşılaşıyorum. Birçok üniversiteden konuk olarak çağrıldım ve bu sene Vefa İlköğretim Okulu’ndan ödül aldım.

Filmlerdeki kötü adam rollerinizin hayatınıza etkisi oldu mu?

Tabi ki hayır. Oyuncu hangi rolü üstlenirse üstlensin onu gerçekten iyi oynayabilmesi ve hakkını verebilmesi için öncelikle çok sağlam bir karaktere sahip olması gerekir. Daha sonra ise oynayacağı rolüne çok iyi hazırlanmalı. Örneğin; film çekilmeden önce rollerime aynanın karşısına geçip hazırlanırdım. Eski oyuncular filmden önce mutlaka rollerine hazırlanıp kendi aralarında alıştırma yaparlardı.

Nuri Alço fan kulübü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Fan kulübünün kurulmasından haberim yoktu. Ben de sizler gibi internetten gördüm. Açıkçası hiçbiriyle tanışmak kısmet olmadı. Beni sevindiren şey ise; katılanların birçoğunun üniversite öğrencisi olması.

Son zamanlarda çekilen film veya dizilerden teklif geldi mi?

Hangisinde oynamak isterdiniz?Fatih Akın’ın ve Gani Müjde’nin filmlerinde rol alacağım. Özellikle şu diyebileceğim bir film ya da dizi yok ama karşılaştığım insanlar Kurtlar Vadisi’nde rol almam gerektiğini söylüyor. Bu da yapımcıların kararı, saygı duyarım. Teklif gelmesi halinde neden olmasın.

Yeşilçam filmleriyle bugün çekilen filmleri karşılaştırdığınızda aradaki farklar nelerdir?

İlk olarak aklıma gelen şey teknolojidir. Bu açıdan düşünüldüğünde aradaki farklar çok büyük. Bizim zamanımızda tek bir kamera vardı ve sadece bir görüş açısına sahipti, şimdi ise bir film çekildiğinde onlarca kamera var ve her yönden çekim yapılabiliyor. O zamanlar tek kamera çok güzel filmler çekildi. Ayrıca bu filmler sponsoru olmadan gösterime konuldu.

Sinemanın bugün bulunduğu konum hakkında ne düşünüyorsunuz?

Alınan ödüllere bakıldığında ilerlemeler var. Aslında bu ilerlemelerde yönetmelerimizin büyük katkısı oldu. Sevilen film ve dizilere bakıldığında yönetmenleri ve senaryoları kaliteli, eski ve yeni oyuncuların harmanlanmalarıyla ortaya çok başarılı yapıtların çıktığını görüyoruz. Bence iyi yapıtların olabilmesi için mutlaka deneyimli oyunculardan yararlanılmalıdır. Çünkü filmi gösteren, senaryosu kadar oyuncularıdır da. Yeni çekilen filmlerden Beyaz Melek’e baktığımızda eski oyuncuların bir fil m üzerinde ne kadar etkili olduğunu hemen görüyoruz.

Süleymaniye kütüphanesi

Selin Kahrıman

Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Türk İslam Kültürünün ana kaynaklarından oluşan yazma ve kıymetli matbu eserleri bünyesinde barındırıyor. Kütüphane raflarında yer alan Fatih, Hamidiye, Sultan Ahmed, Ayasofya, Laleli gibi koleksiyonlar Padişah kütüphaneleri olarak dikkat çekiyor. Aralarında İbn-i Sina’nın el-Kânûn fi’t-Tıb, Katip Çelebi’nin Fezleke ve Piri Reis’in Kitabü’l-Bahriye isimli eserlerinin de bulunduğu bu el yazması koleksiyonlar bilimin geçmişten günümüze değin kat ettiği süreç hakkında bizlere bilgi veriyor.Yerli ve yabancı araştırmacılara uluslar arası düzeyde hizmet veren bir kuruluş olması bakımından da büyük önem taşıyan Süleymaniye Kütüphanesi’nde Türk-İslam Kültürünün ana kaynaklarından olan yazma ve kıymetli matbu eserler yer alıyor. Kütüphanede yer alan koleksiyonlar arasında Fatih, Hamidiye, Sultan Ahmed, Ayasofya, Laleli gibi koleksiyonlar Padişah kütüphaneleri olarak dikkat çekiyor.Süleymaniye Kütüphanesi’nin kuruluşundan günümüze geçirdiği süreç ise bir hayli ilginç.İstanbul'un çeşitli semtlerinde kurulmuş vakıf kütüphaneleri tarihler 1918’i gösterdiğinde Külliyenin medreselerinde bir araya getirilmeye başlanmış. Bu güne değin, sonradan yapılan bağışlarla beraber Süleymaniye Kütüphanesindeki koleksiyon sayısı 131'e ulaşmış. Cilt, tezhip, minyatür, hat ve ebru gibi geleneksel el sanatlarımızın en güzel örneklerini de bünyesinde barındıran Süleymaniye Kütüphanesi’nde sayıları 80 bin cildi bulan el yazması eser yer alıyor.Bu değerli eserler arasında İbn-i Sina’nın El Kanun, Katip Çelebi’nin Fezleke ve Piri Reis’in Kitabü’l- Bahriye isimli eserlerde yer alıyor.
Büyükler cepheye, küçükler evlerine
Kütüphanenin mimarisi ve yapısı itibariyle tipik bir Osmanlı medresesi olduğunu anlatan Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Emir Eş, Osmanlı eğitim sisteminde medreselerin günümüz fakültelerine denk olduğunun altını çizerek, “Süleymaniye medreselerinde en çok matematik, astronomi, hukuk hadis ve kıraat ilimleri okutulmuştur. 1557’den 1918’e kadar yaklaşık 370 yıl bu süreç böyle devam etmiş. Ancak bu gidişat İngilizlerin 1918’de İstanbul’a girmesiyle birlikte tamamen değişmiş. Bu andan sonra buralarda eğitim alan ve yaşı büyük olan öğrenciler savaşmak için cephe yoluna koyulurken, küçükler de evlerine kapanmış böylece eğitim alacak öğrenci kalmamış. Bu olumsuz gelişme nedeniyle de Süleymaniye Külliyesi içindeki 1 ve 2 numaralı medreseler kapılarını kapatmıştır” dedi.
Kitaplar koruma altına alındı
Savaşın getirdiği kaos ve karmaşa ortamından insanlar kadar kitapların da etkilendiğini kaydeden emir Eş, bu süreci şöyle aktardı, “Kitapların ve eserlerin bu karmaşa ortasında mahvolmaması ve korunabilmesi için İstanbul’un çeşitli yerlerindeki kütüphanelerden sayısız eser alelacele Süleymaniye Medreseleri’ne getirildi. Çünkü o dönem burası taş olmasından dolayı da dış tesirlere karşı korunaklı ve sağlamdı. O dönem İstanbul’un çeşitli yerlerinde hizmet veren 18 kütüphane buraya getirildi.”şeklinde konuştu.
Okumayı seviyorlardı
Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Emir Eş, İstanbul’un 90 sene önceki nüfusunun yaklaşık 1 milyon olmasına rağmen şehirde irili-ufaklı 200 civarında kütüphane olduğunu ifade ederek, “O dönem nüfus azdı ancak buna karşın insanlardaki okuma sevgisi şaşırtıcı boyuttaydı.İnsanlar içinde bulundukları savaşa ve tüm olumsuzlara inat okumaktan kesinlikle vazgeçmediler. Ülkede tam bir belirsizlik hüküm sürüyor. Savaş var, yokluk var, endişe var ancak bunlara rağmen tüm benlikleri ile kitaba sarılan bir halk var. Bu üzerinde durulması gereken bir nokta ” dedi.
Gece 23.00’a kadar açık tek kütüphane
Süleymaniye Kütüphanesi’nin diğer kütüphanelerden farklı olarak gece 23.00’a kadar açık olduğunu vurgulayan Emir Eş, “Bu güne kadar 80 bin cilt yazma eserin 70 bin âdetini dijital ortama aktardık. Bu şekilde oluşturduğumuz arşivimizin, bu kıymetli hazinenin okuyucuyla paylaşılması bizi oldukça mutlu ediyor. Fakat kütüphanemizi 5 gibi kapatıyoruz. İstedik ki okumayı ve araştırmayı sevenler işlerinden çıkıp kütüphaneye gelsinler ve diledikleri gibi bu eserlerden faydalansınlar. Kapanış saatimizle ilgili yetkililere böyle bir talebimiz olduğundan söz ettik. Onlar da sağ olsunlar bu talebimize olumlu yaklaştılar ve Mayıs 2007 itibarıyla kütüphanemiz hafta içi her gün, gece saat 23 00’a kadar hizmet vermeye başladı” şeklinde konuştu.
Yolu Süleymaniye Kütüphanesine Düşenler…
Osmanlı döneminde sayıları 200’ü bulan kütüphanelerin yaklaşık 117 tanesinin Süleymaniye Kütüphanesinde bulunduğunu kaydeden Eş, “Özgün isimleri ve numaralarıyla şu an burada bulunan binlerce esere ev sahipliği yapıyoruz. Ağırlıklı olarak İstanbul’daki kütüphanelerden gelen eserler olmakla birlikte Anadolu’nun da çeşitli yerlerindeki kütüphanelerden gelen eserler de bulunuyor koleksiyonlarımız arasında. Bu eserlerin tamamı Arabi harflidir. 80 bin cilt yazma eser var. Bunun yüzde 65’i Arapça, yüzde 20- 25’i Osmanlı Türkçesi, yüzde 10 -15 kadarı da Farsçadır.”dedi.
Dünyanın her yerinden ziyaretçi akını
Özellikle yaz mevsiminde dünyanın çeşitli yerlerinden ziyaretçilerin Süleymaniye Kütüphanesi’ni ziyaret ettiğini dile getiren emir Eş, “Ziyaretçilerin büyük bir çoğunluğu özellikle Bilimler Tarihi ile ilgili eserlerimizi incelerler. En eski eserimiz yaklaşık 1370 yaşındadır. Hicri 68 tarihli bir kitaptır ve Arap grameri ile ilgili bir eserdir. En yeni kitabımız ise yaklaşık 150-200 yıllıktır. Böyle bir zenginliğe sahip olmanın sevincini yaşıyoruz elbet. Süleymaniye Kütüphanesinde tıptan, hadise, astronomiden, hijyene, matematikten tarihe, coğrafyadan edebiyata, tefsirden psikolojiye kadar pek çok konu başlığına ilişkin eserler mevcut.”şeklinde konuştu.Süleymaniye Kütüphanesi’nde yer alan el Yazması eserlerden bir kaçı;Katip Çelebi’nin Süleymaniye Kütüphanesi’nde Hüsrevpaşa Bölümünde 271 numarada kayıtlı meşhur Cihannüma isimli eseridir ve 1145 hicri tarihli yaklaşık 280 yıllık bir kitaptır. İbrahim Müteferrika baskısıdır. (EKV 79)Hicri 1145 tarihli günümüzden 280 yıl önce basılmış bu kitap meşhur Piri Reis’in Kitab-ül Bahriye isimli eseridir. Sayısız harita var, içerisinde... Avrupa, Akdeniz Ortadoğu civarı sahiller ve adalarla ilgili haritalar, bilgiler vardır. Görüldüğü üzere bu resmin üzerinde “Bu şehrin cümlesi su içindedir. Venedik şehrinin bizzat merkezinin resmidir” diyor yazıda. 117 Osmanlı Koleksiyonundan birisi içerisindedir, bu eser. (EKV 83)Sultan 3. Murat Divanı. Bu kitabın özelliği ise şu gördüğünüz ve “koltuk” dediğimiz tezhiplerin hiç biri diğerine benzemez. Bütün kitapta yer alan bu tezhiplerin her biri diğerine göre farklılık gösterir. Ki bu da san’at anlaşındaki zenginliğin doruğunu gösteren dikkat çekici bir özellik olarak çıkar, karşımıza. (EKV 90)Osmanlı tarihçisi Ayni’ye ait ve Tarih içerikli bir eserdir. Lala İsmail 310 numarada kayıtlı bu kitap, ta’lik hat ile yazılmıştır. Osmanlı ve dünya tarihi ile alakalı yazılmış bir eserdir ve konu başlıkları ile alakalı özel bilgileri ihtiva eder. 16 yy. a ait bir eserdir.İbni Sina’nın el-Kanûn isimli külliyatıdır bu . Burada yazı ve tezhip sanatının gelişimini net olarak görmekle birlikte burada kitap sanatının ne derece ilerlediğine de tanıklık ediyoruz. Tıpla alakalı bir eserdir. Derinin oyulmak suretiyle ince bir işleme sanatı da göze çarpar, kapağın iç kısmında. İbni Sina’nın el yazması eserinin yıllarca Roma Üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulduğunu biliyoruz.1910 numarada kayıtlı Katip Çelebi’nin Fezleke isimli tarih kitabı.Hazreti Osman döneminde yazdırılan Kur’an-ı Kerim’in Taşkent nüshasının fotokopisi.Büyük boy Kur’an-ı Kerim. Taşkent’teki Müzede sergilenen kutsal kitabımızın fotokopisidir.Bu küçük boy Kur’an-ı Kerim’in ise Hz. Osman dönemine ait olduğuna dair rivayet vardır. Kûfi yazı ile yazılmıştır. 1300 yıllık bir esere ait fotokopilerdir bunlar.

ABD Türkiye’nin istikrarından yana (Haber ve fotoğraflar: Adnan TÜRK)

Uzun yıllar Amerika’da gazetecilik yapan, Beyaz Saray’ın nabzını bizlere aktaran, “Dış Politika Uzmanı ” olarak ünlenen Yasemin Çongar artık Türkiye’de ve yayın hayatına yeni başlayan Taraf Gazetesinde görev yapıyor.
Bir Konferans için Mersin’e gelen Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, Taraf Gazetesinin yayına başlamasından ABD Türkiye ilişkilerine, yeni anayasa tartışmalarından Sabah ve Atv gurubunun satışına kadar bir çok konuda Alternatife konuştu.
Neden Taraf gazetesi?
Türkiye’deki günlük gazeteler ve medya genel olarak cesur habercilik, dürüst habercilik yapmıyor. Var olan, ulaşabildikleri haberlerin hepsini yayınlamıyorlar. Çünkü devletle, siyasi partilerle iş dünyasıyla, çeşitli güç odaklarıyla gazeteciliğin dışında bir ilişki içindeler. Taraf gazetesi, kitap ve dergi yayınlayan bir yayın evinin yayınladığı bir gazetedir. Yayıncılarımızın başka sektörde yatırımı yok, devletle ve hükümetle özel bir ilişkisi yok. Bu durumumuzla, Türkiye’deki basına oranla, çok daha bağımsız bir gazetecilik yapabildiğimizi görüyorum. Her haberi, ister ucu orduya dokunsun, ister hükümete dokunsun veya ister iş dünyasına dokunsun, eğer bu haber doğruysa ve gazetecilik etiğine uygun olarak hazırlanmışsa yayınlayabiliyoruz. Özetle böyle bir gazeteye ihtiyaç vardı o yüzden Taraf yayın hayatına başladı.
Son dönemde Amerika’nın Türkiye’ye bakışı hangi doğrultudadır?
Amerika son tahlilde Türkiye’nin hem demokrasisinin hem siyasetinin hem de ekonomisinin
istikrarlı olmasını istiyor. Çünkü Türkiye hem bulunduğu stratejik konumla hem kimliğiyle Amerika için önemli bir ülke. Amerika, Türkiye’deki istikrarı yaklaşık olarak 10 yıl önce almış olduğu Avrupa Birliği’ne üyelik kararıyla gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu durum da ister istemez iki ülkeyi ortak çıkarlar etrafında bir araya getiriyor. Gerçi Filistin İsrail olayı, Irak savaşı, Amerikanın İrana bakışı gibi konularda ciddi fikir ayrılığı söz konusu, ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne entegrasyonu, ekonomik ve siyasi istikrarı için ortaklaşan yönlerinin ayrışan yönlerinden daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Peki nedir bu ortaklaşan yönler?
Ortaklaşan yönlerin başında Amerika’nın Ortadoğu ile ilgili planlarının bitmemesi gelir. İncirlik gibi ırak’a Amerika’nın ekonomik ulaşmasını sağlayan bir kozu var Türkiye’nin. Buda Amerika’nın Türkiye’yi ciddiye almasının en büyük dayanağıdır.
Ortaklaşan yönlerden biri de Kuzey Irak olabilir mi?
Evet, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 5 Kasım’da Başkan Bush ile Beyaz Sarayda görüşmesinden sonra Kuzey Irak’taki PKK varlığının tasfiyesi ve örgüte silah bırakması yönündeki baskı, Türkiye ile Amerika arasında bir birlikte hareket zemini oluşturdu. Bu durum hem Kürt Meselesinin varlığını kabul eden hem de çözümünün siyasi yollardan olması gerektiğini kabul eden bir yaklaşım.
Yeni anayasa tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anayasa herkesin konuşması gerektiği ve giderekte güncellik kazanacak bir konu. Tekil değil çoğulcu bir anayasa, küreselleşmeyi anlayan bir anayasa, üretime dönük bir anayasa ve en önemlisi devleti değil insanı baz alan bir anayasa olmalıdır. Bir anayasa taslağı var ve yeni taslaklar da çıkacaktır. Yani nihai bir anayasa yok. Şu anda tartışmamız lazım. Ben daha küçük bir anayasadan yanayım. Anayasanın her şeyi tanımlamasına gerek yok. Mühim olan başında Sosyal Hukuk Devleti tanımını direkt yapması ve Etik Vatandaşlık tanımını yapması, daha sonra altını da demokratik yasalarla doldurmasıdır.
Hükümetin oluşturduğu anayasa taslağı basın özgürlüğü konusuna nasıl yaklaşıyor?
Aslında bu noktaya özgürlükçü bir yaklaşım var diyebilirim. Ama anayasadan, her türlü konuyu en ince ayrıntısına kadar belirtmesini beklememeliyiz. İnsan haklarını ve ifade özgürlüğünü güvence altına almalı diğer basın düzenlemelerini de ayrı bir basın yasasıyla düzenlemeleri gerektiğini düşünüyorum.
Konda araştırma şirketinin son araştırmasına göre türban takanların sayısında bir yükselme var, bu araştırmanın doğruluk payı kaçtır?
Bu tür araştırmalar farklı sonuçlar verebiliyor. Çünkü araştırmaların bazısı türbanın ne olduğunu tanımlıyor, bazıları tanımlamıyor. Türbanın ne olduğunu tanımlayan bir önceki Tesev araştırması, türban kullanımının düştüğü sonucuna varmıştı. Direk sorulan, türban takıyor musunuz sorusuna önemli bir çoğunluk başını örtme biçimini türban olarak değerlendirdiğinden sonuç, türban kullanımının arttığını gösterebiliyor. Ben bu araştırmanın doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmanın ötesinde, Türkiye’deki kadınların önemli bölümünün hem dindarlıklarının bir sonucu olarak hem de toplumsal hayatta yer almalarını kolaylaştırdığı için, evlerinin dışına çıkıp sosyalleşmeye katkıda bulunduğu için başörtüsü taktıklarını düşünüyorum. Ben başörtüyü bu anlamda son derece modern bir araç olarak buluyorum. Bu nedenle yasaklanmasını doğru bulmuyorum.
Sabah-atv grubunun Çalık grubuna satılmasını ve bu şirkette Başbakanın damadının çalışıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Keşke daha fazla talibi olsaydı. Fakat kendi değerinin çok üstünde fiyat biçtikleri için o grup dışındaki talipler vazgeçtiler. Birisinin damadı veya birisinin akrabası bir şirkette yer alabilir. KaldABD Türkiye’nin istikrarından yana
Uzun yıllar Amerika’da gazetecilik yapan, Beyaz Saray’ın nabzını bizlere aktaran, “Dış Politika Uzmanı ” olarak ünlenen Yasemin Çongar artık Türkiye’de ve yayın hayatına yeni başlayan Taraf Gazetesinde görev yapıyor.
Bir Konferans için Mersin’e gelen Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, Taraf Gazetesinin yayına başlamasından ABD Türkiye ilişkilerine, yeni anayasa tartışmalarından Sabah ve Atv gurubunun satışına kadar bir çok konuda Alternatife konuştu.
Neden Taraf gazetesi?
Türkiye’deki günlük gazeteler ve medya genel olarak cesur habercilik, dürüst habercilik yapmıyor. Var olan, ulaşabildikleri haberlerin hepsini yayınlamıyorlar. Çünkü devletle, siyasi partilerle iş dünyasıyla, çeşitli güç odaklarıyla gazeteciliğin dışında bir ilişki içindeler. Taraf gazetesi, kitap ve dergi yayınlayan bir yayın evinin yayınladığı bir gazetedir. Yayıncılarımızın başka sektörde yatırımı yok, devletle ve hükümetle özel bir ilişkisi yok. Bu durumumuzla, Türkiye’deki basına oranla, çok daha bağımsız bir gazetecilik yapabildiğimizi görüyorum. Her haberi, ister ucu orduya dokunsun, ister hükümete dokunsun veya ister iş dünyasına dokunsun, eğer bu haber doğruysa ve gazetecilik etiğine uygun olarak hazırlanmışsa yayınlayabiliyoruz. Özetle böyle bir gazeteye ihtiyaç vardı o yüzden Taraf yayın hayatına başladı.
Son dönemde Amerika’nın Türkiye’ye bakışı hangi doğrultudadır?
Amerika son tahlilde Türkiye’nin hem demokrasisinin hem siyasetinin hem de ekonomisinin
istikrarlı olmasını istiyor. Çünkü Türkiye hem bulunduğu stratejik konumla hem kimliğiyle Amerika için önemli bir ülke. Amerika, Türkiye’deki istikrarı yaklaşık olarak 10 yıl önce almış olduğu Avrupa Birliği’ne üyelik kararıyla gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu durum da ister istemez iki ülkeyi ortak çıkarlar etrafında bir araya getiriyor. Gerçi Filistin İsrail olayı, Irak savaşı, Amerikanın İrana bakışı gibi konularda ciddi fikir ayrılığı söz konusu, ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne entegrasyonu, ekonomik ve siyasi istikrarı için ortaklaşan yönlerinin ayrışan yönlerinden daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Peki nedir bu ortaklaşan yönler?
Ortaklaşan yönlerin başında Amerika’nın Ortadoğu ile ilgili planlarının bitmemesi gelir. İncirlik gibi ırak’a Amerika’nın ekonomik ulaşmasını sağlayan bir kozu var Türkiye’nin. Buda Amerika’nın Türkiye’yi ciddiye almasının en büyük dayanağıdır.
Ortaklaşan yönlerden biri de Kuzey Irak olabilir mi?
Evet, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 5 Kasım’da Başkan Bush ile Beyaz Sarayda görüşmesinden sonra Kuzey Irak’taki PKK varlığının tasfiyesi ve örgüte silah bırakması yönündeki baskı, Türkiye ile Amerika arasında bir birlikte hareket zemini oluşturdu. Bu durum hem Kürt Meselesinin varlığını kabul eden hem de çözümünün siyasi yollardan olması gerektiğini kabul eden bir yaklaşım.
Yeni anayasa tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anayasa herkesin konuşması gerektiği ve giderekte güncellik kazanacak bir konu. Tekil değil çoğulcu bir anayasa, küreselleşmeyi anlayan bir anayasa, üretime dönük bir anayasa ve en önemlisi devleti değil insanı baz alan bir anayasa olmalıdır. Bir anayasa taslağı var ve yeni taslaklar da çıkacaktır. Yani nihai bir anayasa yok. Şu anda tartışmamız lazım. Ben daha küçük bir anayasadan yanayım. Anayasanın her şeyi tanımlamasına gerek yok. Mühim olan başında Sosyal Hukuk Devleti tanımını direkt yapması ve Etik Vatandaşlık tanımını yapması, daha sonra altını da demokratik yasalarla doldurmasıdır.
Hükümetin oluşturduğu anayasa taslağı basın özgürlüğü konusuna nasıl yaklaşıyor?
Aslında bu noktaya özgürlükçü bir yaklaşım var diyebilirim. Ama anayasadan, her türlü konuyu en ince ayrıntısına kadar belirtmesini beklememeliyiz. İnsan haklarını ve ifade özgürlüğünü güvence altına almalı diğer basın düzenlemelerini de ayrı bir basın yasasıyla düzenlemeleri gerektiğini düşünüyorum.
Konda araştırma şirketinin son araştırmasına göre türban takanların sayısında bir yükselme var, bu araştırmanın doğruluk payı kaçtır?
Bu tür araştırmalar farklı sonuçlar verebiliyor. Çünkü araştırmaların bazısı türbanın ne olduğunu tanımlıyor, bazıları tanımlamıyor. Türbanın ne olduğunu tanımlayan bir önceki Tesev araştırması, türban kullanımının düştüğü sonucuna varmıştı. Direk sorulan, türban takıyor musunuz sorusuna önemli bir çoğunluk başını örtme biçimini türban olarak değerlendirdiğinden sonuç, türban kullanımının arttığını gösterebiliyor. Ben bu araştırmanın doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmanın ötesinde, Türkiye’deki kadınların önemli bölümünün hem dindarlıklarının bir sonucu olarak hem de toplumsal hayatta yer almalarını kolaylaştırdığı için, evlerinin dışına çıkıp sosyalleşmeye katkıda bulunduğu için başörtüsü taktıklarını düşünüyorum. Ben başörtüyü bu anlamda son derece modern bir araç olarak buluyorum. Bu nedenle yasaklanmasını doğru bulmuyorum.
Sabah-atv grubunun Çalık grubuna satılmasını ve bu şirkette Başbakanın damadının çalışıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Keşke daha fazla talibi olsaydı. Fakat kendi değerinin çok üstünde fiyat biçtikleri için o grup dışındaki talipler vazgeçtiler. Birisinin damadı veya birisinin akrabası bir şirkette yer alabilir. Kaldı ki hükümetle akrabalık olarak bir bağlantıları olmayan ancak hükümetin propagandasını yapan basın kuruluşları var.
Yasemin Çongar:
22 Aralık 1966’da doğdu. 1995’te vefat eden piyanist Gülay Uğurata’nın kızıdır. Liseyi Amerika’da okudu. Gazeteciliğe 1984’te, ANKA haber Ajansında başladı. Gazetecilik yaparken, Mülkiye’nin İktisat Bölümü’nden mezun oldu. Yarın ve Bilim ve Sanat dergilerinde yazdı. Bu dönemde, İstanbul devlet Güvenlik Mahkemesi’nde “komünizm propagandası” suçundan yargılandı ve beraat etti. ANKA’ dan sonra, Hasan Cemal’in Yönetimindeki Cumhuriyet Gazetesi’nde çalıştı. 1990’ların başında BBC’de, Londra’da çalıştı. Türkiye’ye dönünce Yeni Yüzyıl Gazetesi’nde çalıştı. 1995’te Milliyet’in Washington muhabiri ve köşe yazarı olarak atandı. Milliyet’teki görevine, yayın hayatına yeni başlayan Taraf gazetesinde Genel Yayın Yönetmen Yardımcılığına atanarak nokta koydu.
ı ki hükümetle akrabalık olarak bir bağlantıları olmayan ancak hükümetin propagandasını yapan basın kuruluşları var.
Yasemin Çongar:
22 Aralık 1966’da doğdu. 1995’te vefat eden piyanist Gülay Uğurata’nın kızıdır. Liseyi Amerika’da okudu. Gazeteciliğe 1984’te, ANKA haber Ajansında başladı. Gazetecilik yaparken, Mülkiye’nin İktisat Bölümü’nden mezun oldu. Yarın ve Bilim ve Sanat dergilerinde yazdı. Bu dönemde, İstanbul devlet Güvenlik Mahkemesi’nde “komünizm propagandası” suçundan yargılandı ve beraat etti. ANKA’ dan sonra, Hasan Cemal’in Yönetimindeki Cumhuriyet Gazetesi’nde çalıştı. 1990’ların başında BBC’de, Londra’da çalıştı. Türkiye’ye dönünce Yeni Yüzyıl Gazetesi’nde çalıştı. 1995’te Milliyet’in Washington muhabiri ve köşe yazarı olarak atandı. Milliyet’teki görevine, yayın hayatına yeni başlayan Taraf gazetesinde Genel Yayın Yönetmen Yardımcılığına atanarak nokta koydu.

Mersin'deki Uluslararası Mutfaklar


Ahmet Duran Tamer

Globallaşen Dünyamızda üretilen kültürel ürünler önemine, kullanılırlığına, pazarlama
reklamcılığına ve birçok nedene bağlı olarak kendi sınırlarının çok daha uzak diyarlarında da türlerine göre müşteri buluyor. Bu kültürel ürünlerden başta Fransız mutfağı olmak üzere çeşitli ülke mutfaklarının yiyeceklerini Mersin’de nerelerde bulabileceğinizi araştırdım. Her büyük şehirde olduğu gibi Mersin’de de çokca restaurant var, ancak her restaurant uluslar arası türden yemekler çıkarmamaktadır. Piyasa’daki arz-talep dengesine bağlı olarak o bölgenin, şehrin sosyo-kültürel ve ekonomik yapısına bağlı olarak o yöredeki restaurantlarda yemeklerini servise sunarlar. Mersinde başta Malibo Restaurant ve Hilton olmak üzere sayıca fazla olmayan restaurantlarda uluslar arası yemek servislerini bulabilirsiniz. Üstelik Menülerinde bulabileceğiniz bazı yemekleri de çok özel müşteriler olmadıktan sonra bulabilmeniz kolay değil.

Fransız Mutfağı
Aşçılar tarafından dünyanın bir numaralı mutfağı olarak kabul edilen Fransız mutfağı zengin yemek kültürüyle şarabı ve pastalarıyla ünlüdür. Bu derece ünlü olmasında en etkili nedenlerden biri kendi kültürlerini dünyaya iyi pazarlamasından kaynaklananmaktadır. Fransızlar yemek kültüründen o kadar ileri düzeydedirlerki, dünyadaki ilk aşçılık okulu Fransa’da açılmıştır. Başlıca ünlü yemekleri: Gordon Blue, Cafe de Paris, Pappers Steak ve Sato Briyan’dır. Fransız mutfağıyla ilgili yemekleri Mersin’de Malibo Restaurant, Hiltonsa,Cafe Nis gibi önemli mekanlarda bulabilirsiniz.

Çin Mutfağı (Uzak Doğu Mutfağı)
En önemli özelliği sebzelerinin tam olarak öldürülmemiş bir biçimde yemeklere konulan Çin mutfağının temelini tatlı ve ekşi sosların kullanılmasıdır. Genellikle Soya sosunu kullanan çinliler bunların yanında deniz mahsullerini de yemeklerinde çokca kullanırlar. Başlıca ünlü yemekleri: Tatlı-Ekşi soslu Tavuk, Chicken Yekturi ve Çin Böreğidir. Çin mutfağını Mersinde Malibo Restaurant ve Hiltonsa’da yeme şansına sahipsiniz.

İtalyan Mutfağı
Genellikle hamur işlerine dayanan İtalyan mutfağının bilinen en ünlü yemekleri Spagetti, Pizza, Tornedo Rossini (Bofile türü), Rizotto (Bir tür pilav) dur. İtalyan yemekleri Pizza ve Spagetti bir çok yerde bulunabilir ama bunların sahte Spagettiler olma olasılığı var. Bu yemeklerin Mersindeki en önemli adresleri: Hilton, Malibo, Kiçinetti, İtalyan Restourant ve Cafe Nis’dir.

Meksika Mutfağı
Baharatlı yiyecekleriyle ünlü olan Meksika mutfağının ünlü yemekleri, Tortilla Cips, Fajita Dürüm, Meksika gözlemesi, Texas Style Cheesy Nachos’dır. Mersin’de Hiltonsa’da bulabilirsiniz.

Uluslar arası Bazı Yemeklerin Tarifleri
Chicken Yekturi (Çin)
Tavuklar kuşbaşı şeklinde doğranıp nişastaya batırıldıktan sonra tavaya atılır ve biraz kavrulur. Biraz kavrulduktan sonra içine kuşbaşı şeklinde doğranmış mantarlar eklenir ve biraz daha kavrulur. Yeşil ve Kırmızı biberler atıldıktan sonra biraz daha kavrulur. Soya sosu atılır. Su ilave edilir. Haşlanmış sebze, kabak, havuç ve bebek mısırı konulur (Çin’de yetiştirilen özel bir mısır). Kaynadıktan sonra nişastayla koyulaştırılır. Sebzeli noddle (Çin’e ait makarna) eşliğinde servis yapılır.
Cafe de Paris (Fransa)
Fransızların en ünlü yemeklerinden biri olan Cafe de Paris bonfileyi ızgara yapıp pişirdikten sonra dilimlere ayırıp, üzerine özel bir sos koyulup pilav ve parmak patates eşliğinde servise sunulur.
Şato Briyan (Fransa)
En az iki kişilik file bonfileyi ızgarada pişirdikten sonra yanında garnitörleriyle birlikte bernes sos eşliğinde servis edilir. En büyük özelliği garsonun masa başında dilimleyerek servis etmesidir.